27 Nisan 2007 Cuma

Bogomiller

BOGOMİLLER

10. Yüz yıldan başlayarak Bizans 'ta bulunan din adamları, Bulgaristan 'da " Bogomiller " adı verilen yeni bir dinsel akımın gelişmekte olduğunu fark ettiler. Akımın kurucusu Bogomil (Tanrı 'nın sevdiği) adında bir köy papazıydı. Yaklaşık 930 yıllarında papaz Bogomil yoksulluk, alçakgönüllülük, dua ve tövbe ile geçen bir yaşamı vaaz etmeye koyulmuştu.

10. Yüz yıl ortalarında Bulgar Çariçesi Maria-Irena 'nin amcası İstanbul Patriği Theophilaktes, damadı Bulgar Çarı Petro 'dan iki endişe dolu mektup alır. Bu mektuplarda Çar, Bulgaristan 'da ortaya çıkmış yeni bir dinsel, ama Kilise karşıtı akımı anlatmakta ve bu akımla Nasıl bas edilmesi gerektiğini sormaktadır. Konuya eğilen Patrik, bu akımın Paflikyanlar 'ın yeniden canlanması olduğuna karar verir. 954 Tarihli yanıtında, bu akımı iyi bildiğini ve bu kişilerin Kilise öğretisine geri çağrılmaları gerektiğini yazar. Ancak Patrik 'in yanıtı, bu akımı alışılagelmiş bir sapkınlık olarak açıklamasına karşın, bunun Bulgaristan 'da yeni ortaya çıkısına şaşırdığını ve bundan pek etkilendiğini açıkça sergilemektedir.

Bogomilizm 'den ikinci kez söz eden kişi bir Ortodoks Bulgar papazı olan Kozmas 'tır: " Çar Petro 'nun zamanında Bulgaristan 'da Bogomil adlı bir papaz yasıyordu. O, Bulgaristan 'a sapkınlığı eken ilk kişiydi ". Kozmas, bu satırları içeren ve 977 yılında kaleme aldığı risalesinde, Bogomilizm 'in yeşermesine olanak sağlayan Ortodoks Kilisesinin tembellik ve savurganlığına çatmaktadır.

Bogomil 'e göre dünya kötüydü, çünkü İsa 'nın kardeşi ve Tanrı 'nın diğer oğlu olan " Satanael " (Şeytan) tarafından yaratılmıştı; Şeytan, Eski Ahitteki kıyıcı Tanrı " Yehova "dan başkası değildi. Büyük olasılıkla Bogomil, 6. ile 10. yüzyıllar arasında Anadolu 'da yaygın olan Paflikyanlar 'in ve Messalianlar 'in düalist inançlarından etkilenmişti. Bogomil akiminin inanışlarına göre Ortodoks kilisesinin törenleri, kutsal eşyalar ve ikonalar, Aslında Şeytan tarafından yaratıldıkları için anlamsız ve yararsızdılar; Haçtan da nefret etmek gerekliydi, zira İsa Haçın üzerinde işkence çekmiş ve öldürülmüştü; Geçerli olan tek dua, gece ve gündüz dörder kez yinelenmesi gereken " Bizim Babamız " duasıydı.





Bogomiller 'in kozmolojik ilkeleri arasında Baba ile iki oğlu önde geliyordu. Baba süper kozmik yörelerde, İsa göklerde, Satanael adlı büyük oğul dünyada egemendiler. Satanael adı, " Tanrı 'ya karşı gelen " anlamına geliyordu. Çoğu Düalist topluluklar her iki oğlu da, küçüğünü sevgiden büyüğünü ise korkudan, yüceltiyorlardı.

Paflikyanlar 'in Şeytanı Tanrı 'nın büyük oğlu olarak gördüklerine dair bir kanıt yoktur. Bu nedenle söz konusu öğretinin kökeni doğrudan Bogomiller'e dayandırılır. Doğal olarak Bogomiller, hiç kuskusuz Şeytanin kötülük ortakları olarak toprak ağalarını ve soyluları görüyorlar; yeryüzünün tüm mallarını ve zenginliklerini reddediyorlardı. " Eğer iyi bir Tanrı varsa, kötülükler nereden geliyor? " İste Bogomiller'in yanıt bulmaya çabaladıkları soru buydu.

9. ve 10. yüz yıllarda Trakya 'daki koşullar feodalitenin gelişmesine elverişliydi. Küçük toprak sahibi köylülerin aleyhine güçlü bir feodalitenin boy vermesi, köylü sınıfının sefaletine neden olmaktaydı. Bölgenin sahne olduğu sürekli savaş durumu halkın omuzlarına her gün artan vergiler yüklemekte, yoksulluğa düsen köylüler bir koruyucu (prostasia) aramak zorunda kalmaktaydılar. Aşırı ölçüde sert geçen 927-928 yılı kişini izleyen korkunç bir kıtlık ve veba ile birkaç yıl yinelenen kötü hasat, feodal sınıfa halka ait toprakları olabildiğince düşük fiyatlarla ya da birkaç besin maddesi karşılığında satın alma olanağını vermişti. Bu ekonomik koşullar hiç kuskusuz Bogomil propagandasının yayılmasına yardımcı olmaktaydı. yaygın sefalet, bir yandan Bogomiller 'in çağrısına uygun zemin hazırlarken, diğer yandan gelişen bir feodalitenin oluşmasını hızlandırıyordu. Tüm kudret ve zenginlikler bir azınlığın elinde toplanıyordu. Bu sosyal dengesizlik Bogomiller 'in sert karşı çıkışlarına yol açmaktaydı.

Bogomil inancının sosyo-politik temeli, Bulgar köylüsünün toprak ağalarına karsı gelişen tepkisi olmuştur. Bu tepki yadsıyıcı, olumsuz, bozguncu bir tepkiydi ve hiç kuskusuz Çar Petro ve oğullarının dönemlerinde Bulgaristan 'ın gerilemesine yol açmıştı. Kozmas 'ın risalesini yazdığı dönemde Bogomilizm yeni gelişen bir akımdı ve kısa süre önce Bizans İmparatoru Yohan Tzimises, Philippopolis (Filibe) civarındaki yörelere Paflikyanlar 'ı göçe zorlamıştı. Bu bağlamda, hoşnutsuzluk yaratan ekonomik durumun ve yörede aniden ortaya çıkan düalist Paflikyan inançlarının Bogomilizm 'in temelini oluşturduğu düşünülebilir. Genel kural olarak Bogomil öğretisi, Gnostik akımlardan aktarılmış düalizm ile olabildiğince tam uygulanması istenen Hıristiyan öğretisinin arasındaki gizli ya da açık karsılaştırmalarda belirginleşiyor. Bir akımın ilerleyip gelişmesi, yalnızca diş etkiler ve üyelerinin ateşli çabalarıyla açıklanamaz. Ortam elverişli, insanlar etkilenmeye hazır olmalıdır. Bu koşullar, o dönemde Bulgaristan ve Bosna 'da yeterince bulunuyordu.

Bogomiller ne et yiyorlar, ne de şarap içiyorlardı; evliliğe de karsıydılar. Topluluklarında hiyerarşik bir düzen yoktu. Birbirlerine günah çıkartıyorlar, birbirlerini affediyorlardı. Zenginleri eleştiriyorlar, soyluları aşağılıyorlar ve sıradan insanları, edilgin bir direniş göstererek, efendilerine bas kaldırmaya davet ediyorlardı. Bogomil akiminin basarisi, Kilisenin zenginlik ve ihtişamı ile papazların değersizliklerinin yarattığı düş kırıklığından kaynaklanan toplu bir adanmışlıkla açıklanabilir. Ancak asil etken, giderek yoksullaşan ve toprak köleliğine bile razı olan Bulgar köylülerinin, toprak sahiplerine ve Bizans işbirlikçilerine duydukları nefretti.

Ortodoks inançlarına bu denli karsı çıkan bir öğretinin, ister istemez bölgenin sosyal yaşamının tüm öğeleri üzerinde önemli yankıları olmuştu. Özellikle Kilise ile Devlet çıkarlarının böylesine iç içe olduğu bir dönemde Ortodoks inancının reddi, kaçınılmaz olarak yasalara bir başkaldırı ve toplumsal düzenin tümüne yöneltilmiş bir meydan okumaydı. Bogomiller halkı sivil itaatsizliğe çağırıyorlardı: efendilerine itaat etmemeyi, zenginleri hor görmeyi, Çardan nefret etmeyi, Çar 'a hizmet edenleri alçak olarak değerlendirmeyi, soyluları gülünç duruma düşürmeyi, her ırgata ağası için çalışmayı reddetmeyi öğütlüyorlardı. Bu sosyal anarşizme karsı Kilise, siyasi yetkenin kutsallığını ileri sürerek karsı çıkmaya çabalıyor, Çar ve soyluların Tanrı tarafından görevlendirildiklerini ileri sürüyordu.

Ancak bu toplumsal anarşizmin rolü abartılarak, Bogomiller Ortaçağın komünistleri gibi değerlendirilmemelidir. Bogomilizm 'in eşitlik ilkesi, yoksulluk ve ahlaki saflık arayışlarından türemiştir. Feodaliteye karsı savaşımları adeta Yılık ve Kötülük arasındaki kozmik savasın toplumsal düzeye oturtulması gibidir. yalnızca bu anlamıyla bile Bogomilizm, feodalitenin gelişimine karsı koymuştur ama, esas olarak hiçbir zaman bir politik akım biçimine dönüşmemiştir. Bogomiller her şeyin üstünde dinsel vaizler olarak kalmışlar, sivil işlevlere ilgi duymamışlardır.

Gönüllü yoksullukla birlikte, çalışmanın Bogomiller tarafından hor görülmesi, gezgin keşiş tipini ortaya çıkarmıştır. Bu nitelik, Paflikyanlar 'dan çok Messalianlar 'a özgüdür. Bogomiller 'in edilgin tutumları, onları Paflikyanlar 'dan ayıran en önemli özellikleridir. Bogomiller 'e verilen diğer bir ad olan ve Türkçe " torba " sözcüğünden türemiş olan " Torbeshi ", gezgin Bogomil keşişlerinin omuzlarına astıkları ve içine aldıkları sadakaları koydukları torbadan kaynaklanmaktadır.

Günümüzde Torbeshi adı, Makedonya 'nın Müslüman Bulgarları olan Pomak 'lara verilen bir addır. Bizans İmparatoru II. Basil 'in 1018 yılında Bulgaristan 'ı fethinden sonra, birçok Bulgar soylusu zorla İstanbul 'a yerleştirilmişti. Bu soylular ve hatta Bazı Bizanslı papazlar tarafından kabul edilen Bogomilizm kendi teolojisini geliştirme çabasını sürdürdü. Ne var ki, bu teolojik çabalar sonunda Bogomil akımı ikiye bölündü. Şeytanin yetkesini kabul ederek, onu ezeli ve mutlak bir Tanrı olarak görenler " Dragovitsa Kilisesi " adıyla örgütlendiler (Dragovitsa, Trakya ile Makedonya sınırı üzerinde bulunan bir köyün adıydı). Şeytani İsa 'nın kötü kardeşi olarak gören eski Bogomiller ise " Bulgarlar " adını aldılar. Dragovitsa kolunun mutlak bir düalizmi, Bulgarların ise ilimli bir düalizmi savunmalarına karşın, iki grup birbirine hoşgörü ile bakmaktaydı. Bu dönemde Bogomilizm hızlı bir atılım gösterdi ; üyelerinin sayısı artarken, Anadolu ve Balkanlar 'da yeni topluluklar oluştu.

10. Yüz yıl sonlarına doğru Bogomil toplulukları içinde hiyerarşik bir yapı gelişmeye başladı: rahipler ve inananlar birbirinden ayrıldı. Dua ve oruç, kesinlikle uyulması zorunlu uygulamalar haline geldiler; giderek törenlerin sayısı ve ayrıntısı arttı. Bir köylü hareketi olarak başlayan akım, 12. yüz yıl sonlarında, ayrıntılı törenleri ve Hıristiyanlıktan giderek uzaklaşan düalist eğilimleri olan bir manastır tarikatı biçimine dönüştü.

12. Yüz yılın başlarında, Bogomiller 'i baskı altına almak amacıyla Kilise örgütlenmeye koyuldu. Bunun üzerine Bogomiller Balkanların kuzeyine çekildiler. Buradan yola çıkan Bogomil misyonerleri Dalmaçya, İtalya ve Fransa 'ya kadar yayıldılar. Bazı dönemlerde Bogomilizm, devlet düzeyinde de başarılar kazandı. Örneğin; 13. Yüz yılın ilk yarısında Ban Kulin (1180-1214) yönetimi sırasında Bulgaristan ve Bosna 'da resmi din olarak kabul gördü.

Bogomilizm 'in tüm tarihi boyunca sürdürdüğü bir başka belirgin özelliği ise, değişkenlik ve koşullara uyum sağlama yeteneğidir. Bu bağdaştırmacı nitelik, onlara çağrı etkinliklerini sürdürebilme ya da baskıları atlatabilme fırsatını tanımaktaydı. Bogomiller, diğer dinlerle ya da din dışı akımlarla bağdaşmaktan çekinmezlerdi. Bu eğilim zamanla daha belirgin biçime dönüştü ve 13. Yüz yıldan başlayarak Bogomilizm daha sik olarak Paganizm, büyü ve batıl inançlar ile iç içe geçti. Bu durum, herhangi bir sapkınlığı Bogomilizm olarak damgalayan Ortodoks eğilimini haklı duruma getirdi.


14. Yüz yılda Bogomilizm giderek etkisini yitirdi ve Osmanlıların Bulgaristan 'ı (1393) ve Bosna 'yı fethetmelerinden sonra (1463) Bogomiller 'in büyük çoğunluğu İslam dinine geçti.

Oysa Bogomilizm 'in dinsel etkileri uzun süre devam etti. Güneydoğu Avrupa 'da Bazı Bogomil inanç ve kavramları " Apokrifalar " (gizli ya da aslı olmayan İnciller) aracılığı ile yayılmayı sürdürdü. Ortaçağ süresince bu bölgede bir kaç Apokrifa, Jeremias adında bir Bogomil papazının adı ile bağlantılı biçimde elden ele dolaşmaktaydı. Ne var ki, bu kitapların hiçbiri Aslında Jeremias 'a ait değildi. Örneğin; tüm Ortaçağ Avrupa 'sında iyi tanınan " The Wood of the Cross " (Haçın Tahtası) adlı Apokrifa, Gnostik kökenli " Nicodemus İncili "nden alınmaydı. " İsa Nasıl Rahip Oldu " adındaki bir diğer Apokrifa, Bizanslılarca uzun zamandan beri biliniyordu. Bogomiller, bu eski metinlere düalist unsurlar eklemişlerdi. " Haçın Tahtası " adlı Apokrifanin Slovence çevirisi " Tanrı dünyayı yarattığı zaman, yalnızca kendisi ve Satanael vardı… " diye başlamaktaydı. Bu kozmogonik motifin çok yaygın olduğu bilinmektedir, ancak Güneydoğu Avrupa 'daki Slavca uyarlamalarda Şeytanın rolü alabildiğine abartılmıştı. Kimi Gnostik tarikatların modelini izleyen Bogomiller, Şeytana verdikleri önemi abartarak, düalist yaklaşımlarını güçlendirme yolunu seçmişlerdi.

Benzer biçimde " Adem ve Havva " adındaki Apokrifaya da Bogomiller, Adem ve Şeytan arasında gerçekleştirilen bir anlaşma hakkında bir bölüm eklemişlerdi. Bu anlaşma uyarınca, dünyayı yaratan Şeytan olduğu için, Adem ve soyundan gelenler, İsa 'nın gelişine kadar Şeytana ait olacaklardır. Bu temaya bugün bile Balkan folklorunda rastlanmaktadır.

Bu Apokrifaları yorumlama yöntemi " Interrogatio Iohannis " adlı tek otantik Bogomil metninde açıklanmaktadır. İsa ile İncilci Yahya arasında geçen bir konuşmayı içeren söz konusu metin engizisyon görevlileri tarafından Güney Fransa 'da Latince 'ye çevrilmiştir. Konuşmanın konusu dünyanın yaratılısı, Şeytanin düşüşü, Enoch 'un göğe yükselişi çevresinde geçer. Aslında metinde yer alan bir çok bölüm diğer Apokrifalardan ve " İncilci Yahya 'nın Soruları " adında 12. yüz yıla ait Slavca bir yapıttan alınmıştır. Halbuki, anlatının özündeki teoloji tümüyle Bogomil inançlarını yansıtmaktadır. Yine de bu metnin özgün bir Bogomil yapıtı mi, yoksa Yunanca 'dan bir çeviri mi olduğu hakkında kesin bir yargıya varılamaz. Öğreti açısından bu yapıtın büyük olasılıkla eski Apokrifalardan yola çıkılarak Bogomiller tarafından derlendiği söylenebilir.

Önemli olan Bogomil Apokrifalarının birkaç yüz yıl boyunca halkın dinsel inançları üzerinde oynadığı roldür. Bogomilizm 'le Şeytana verilen önem, Tanri 'nin edilgenligi ve anlaşılmaz aldırışsızlığı – tüm bu unsurlar ilkel dinlerde de sıkça görülen " Deus Otiosus " motifinin ifadesi olarak düşünülmelidir. Bu inanışlara göre, dünyayı ve insani yaratan Tanrı, Yaratılısın sonuçları ile ilgilenmez, cennete çekilir ve yapıtının tamamlanmasını bir doğaüstü varlığa, yani " Demiurgos "a bırakır

11. Yüz yılın başlarından itibaren İtalya, Fransa ve Güney Almanya 'da Bogomil misyonerlerinin etkinlik gösterdikleri biliniyor. Örneğin, bu misyonerlerin Orleans 'ta birçok soyluyu ve hatta rahipleri bile kendi inançlarına çekmeyi başardıkları tarih belgelerinde yer alıyor. Ne var ki, Fransa kralı Robert bunları ortaya çıkarmakta ve yargılamakta gecikmedi. Batının ilk düalistleri (sapkınlıkla suçlananlar) 28 Aralık 1022 tarihinde ateşte can verdiler. Yine de akım yayılmasını sürdürdü. Bu kez İtalya 'da yerleşmiş olan Bogomil temelli Katlar (Yunanca Katharos –saf, temiz- anlamına gelen bu isim 1163 yılından itibaren kullanılmaya başlandı) inancı Provence ve Languedoc yörelerine, hatta Pireneler 'e kadar misyonerler göndermeye başladı. Provence bölgesindeki topluluklar dört piskoposluk altında örgütlendiler ve 1167 yılında Toulouse 'da bir konsül toplandı. Bu konsüle İstanbul Bogomil piskoposunun katıldığı ve bu fırsattan yararlanarak Güney Fransa 'da birçok kişiyi kendi kökten düalizmine yönelttiği biliniyor. İşte böylelikle Bogomil öğretisi zaman içinde benzer düalist öğeleri içeren Katlar öğretisine dönüştü.

Pomak Timras Cumhuriyeti

Güneyde Kırmızı renkle yazılan köyleri, fikir edinilmesi için (yaklaşık konumlarda) ben yerleştirdim. Kesten (Kestencik), Kojari (Dericiler), Bouynovo (Nipli) katrancı köyleridir. Onların kuzeyindekiler de öyle. Bugün Yunanistan sınırlarında olup, mübadeleyle Türkiye'ye göçetmiş olan; Gorna/Dolna Halıköy, Ilıca, Şubilova, Leşten ve onların güneyindeki köylerde şu anda yerleşim yok. Mübadele öncesinde yaşayan nüfus ise tamamen Aren'di. Bugünkü Bulgar-Yunan sınırı, Leşten'in hemen doğusundan dikey bir çizgiyle 40-50 km güneye indikten sonra doğuya yönelir. Kesten'den doğuya doğru Edirneye kadar çekilecek hattın göney tarafında kalan Bulgar topraklarında da "Aren" köyleri vardır. (Gorna Arda, Dolna Arda, Smilyan vs.) Kabaca Aren & Katrancı yerleşimlerini ayıran hattır bu. Mesela Dımoteka yakınlarında Seçek yaylasındaki Alevi Pomaklar Aren'dir. Batı Trakyadaki tüm Pomakların tamamına yakını da öyle...

Pomak Timras Cumhuriyeti adını merkezini konumlandırdığı "Timraş" köyünden alır. Başkanı da yanlış hatırlamıyorsam "Mustafa Timrısi". Civar köylerin ileri gelenleriyle temsil edildiği, bir heyet tarafından yönetiliyordu. Pomakların göçebe demokrasisi kültürüne işaret ediyor bu. (Aile (aşiret) reislerinden oluşan bir heyet ve bu heyetin "eşitler arasında birinci" statüsüne sahip başkanı.).

Konuyu özel olarak işleyen bir kaynak bilmiyorum. Genel olarak 93 harbi'ne değinen kaynaklarda kısaca değinilip geçilir bu konu. Türk kaynaklarında "Pomak Cumhuriyeti" adlandırmasından kaçınılır nedense (!?...).. Daha çok "Rodop Muvakkat(Geçici) Cumhuriyeti" demeyi tercih ederler. İçeriğe dokunmadan "Rodop Türkleri(?)nin şanlı direnişinden dem vurulur biraz. Kimbilir? belki de Pomaklara bir Cumhuriyetleri olduğu düşüncesini anımsatacak notlar tehlikeli görülüyordur. Ya da koskoca Türkiye Cumhuriyetine öncülük eden (ilkel, budala, çoban) "Pomaklar" fikri rahatsız ediyordur. Bilemiyorum...

Bense Türkiye Cumhuriyeti, hatta Türk Anayasa Hukukunun gelişimi açısından çok önemli bir deney olduğunu düşünüyorum. Osmanlının edilgen "Ümmet" toplumundan, "Egemen Ulus"a dayalı Cumhuriyet toplumuna yönelmede,. tabandan yükselen ilk taleptir bu... Kendini Hilafet saltanatının ellerine teslim edip, herşeye razı olma tavrından, kendi elleriyle kaderini çizmeye yönelik ilk toplumsal çıkıştır bu. Ardından Balkan Harbi dönemindeki "Muvakkat Batı Trakya Cumhuriyeti" ve Grebene Patriyotlarının mevzii direnişleri yaşanır. Bu sonuncularda İttihat ve terakki kadrolarının (Süleyman Askeri, Yüzbaşı Şükrü) öncü rolü dikkat çeker. (Pomaklardan alınan ilhamın yeniden ve bu kez iradi pratiklerde sınanma çabasına işaret ediyor kanımca.). Kurtuluş Savaşı'nın olabilirliğine kanıtlayan çok önemli pratiklerdir bunlar. İttihat Terakki ve Mustafa Kemal önderliğindeki Kurtuluş Savaşı kadrosu'nun düşüncelerini "kuvve'den fiile" geçirmeye yönelmelerinde bu öncü deneylerden alınan derslerin hayati rolü olmalıdır. Anayasa Hukuku açısından da Tanrı adına(Şeriat) Ferman kesen "Mutlak yetkili (idare) Hükümdar" a dayalı yönetim anlayışından; meşruiyetini tabandan alan ve dolayısıyla yetkileri taban iradesiyle sınırlı yönetim anlayışına geçişin ilk gerçek deneyidir. 1876 anayasası (meşrutiyet) toplumsal desteği olmayan kendinden menkul (tabanzsız) bir deneydir bu açıdan. 1908 (ikinci meşrutiyet) te asker-sivil bürokrat kadro dışında gerçek bir taban hareketi olarak görülemez. Kısacası bu küçücük "Pomak" deneyi; Gelecekteki Ulusal Egemenliğe dayalı yeni toplumsal yapının olabilirliğini çıkarmıştır ortaya...
Nitel önemi niceliğiyle ölçülemeyecek oranda fazladır kanımca..
Alıntı

Balkan Müslümanlarının Türklüğü

TÜRK'ÜN DÜNYA NİZAMI/BİLİM ARAŞTIRMA VAKFI

BALKAN MÜSLÜMANLARININ TÜRKLÜĞÜ

Tüm Balkanlar'da, aslında etnik olarak "Türk" olmamalarına karşın, kendilerini "Türk" olarak gören ya da görmeye eğilimli büyük bir Müslüman nüfus vardır. Bu "fahri soydaşlarımız"ı bize bu denli bağlayan unsur ise Türk-İslam ahlakı ve Osmanlı mirasıdır.
"Türko-İslami" tanımı gerek Balkan Müslümanlarının bizzat kendileri, gerekse onları "düşman" olarak gören Balkan milliyetçileri tarafından benimsenen bir tanımdır. Bugün başta Sırplar olmak üzere diğer tüm Balkan milliyetçileri, Boşnakları, Arnavutları ya da Pomakları, yani etnik olarak Türk olmayan ve Türkçe konuşmayan Balkan Müslümanlarını "Türk" olarak tanımlarlar. Bunun nedeni ise, etnik kökenleri ne olursa olsun, Balkanlar'daki tüm Müslümanların, aralarında yaşadıkları Hıristiyan uluslardan ayrı bir "millet" olarak algılanmalarıdır. Bu "millet"in ismi ise, her ne kadar etnik bir Türklüğü ifade etmese de, "Türk Milleti"dir. Florida Üniversitesi'nden Balkan tarihçisi Maria Todorova bu durumu şöyle açıklıyor:
Balkan milliyetçiliği Ortodoks Hıristiyanların birliğini parçalarken, öte yandan tek vücut ve değişmez bir Müslüman cemaati imajı üretmiştir ve bunu da "millet" kavramı bazında görmektedir. Bir başka deyişle, Balkanlar'daki Hıristiyan halklar kendi aralarında milliyetçilik kıstasına göre ayrımlar geliştirirken, öte yandan Müslümanlara, sanki bu insanlar tek bir milletmiş gibi davranmışlar ve bu yönde bir söylem geliştirmişlerdir. Bu Hıristiyan uygulamasının en açık örneği, Balkanlar'daki tüm Müslümanlara, etnik kökenlerine göre bir ayrım yapmadan, "Türk" denmesidir. Bu, bölgede hala çok yaygın olan bir kullanımdır.
Öte yandan, Balkan Müslümanlarının geneli de, milliyetçi söyleme adapte olmadıkları ve Balkanlar'daki ulus-devlet oluşumları tarafından dışlandıkları için, kendilerini ayrı bir "millet" sayan bir toplumsal bilinci bugüne kadar korumuşlardır.
Todorova'nın da belirttiği gibi, Balkan Müslümanları için dini kimlikleri her zaman için etnik kimliklerinden çok daha öncelikli olmuştur. Bulgaristan'da durum böyledir; "Bulgar Müslümanları" olarak tanımlanabilecek olan Pomaklar kendilerini Bulgarlardan çok Türklere yakın hissederler. Bosna'daki durum daha da belirgindir; Sırplarla ya da Hırvatlarla tamamen aynı etnik kökene sahip olan ve aynı dili konuşan Boşnaklar, bu iki halkla hiçbir zaman bütünleşmemiş, kendilerini hep Osmanlı ekseninde görmüşlerdir.
Balkan uzmanı Eran Frankel, aynı durumun Makedonya içinde de geçerli olduğunu vurgular. Frankel'e göre, "Makedonyalı Müslümanlar hiçbir zaman Makedonyalılık adına İslam'ı geri plana atmış ya da reddetmiş değildirler. Aksine, çoğu kez kendi Slavlıklarını reddetmişler ve Slav-olmayan bir İslam kimliğini benimsemişlerdir." Yine Frankel'e göre Makedonya'daki Müslüman Arnavutlar ya da Çingeneler, kendilerine Slav kimliğini benimsemektense, "Türk" olarak tanımlanmayı tercih ederler.
İşte bu nedenle de, Türkiye'nin Balkan yarımadasındaki "uzantısı" olan halklar, yalnızca birkaç milyonluk Balkan Türk'ü değil, nüfusları 10 milyonu bulan Balkan Müslümanlarıdır. Çoğu etnik olarak Türk olmayan ve Türkçe konuşmayan bu insanlar, kendilerini aynı dili konuştukları Sırplardan ya da Bulgarlardan çok, Türklere yakın hissetmektedirler.
Todorova, Türk-olmayan Balkan Müslümanlarının kendilerini Türklükle özdeşleştirme eğilimlerine gösterge olarak ilginç bir noktanın daha altını çizer: 20. yüzyıl boyunca Balkanlar'dan Türkiye'ye göç eden Slav Müslümanlar (Arnavutlar dahil), Türk kimliğini benimseyerek Türk toplumu içinde asimile olmuşlardır. Bu durum, Todorova'ya göre, "Osmanlı mirasının Türk etkisine dönüşmesinin açık bir örneğidir."
Dolayısıyla Türkiye'ye düşen, Balkanlar'daki etnik ve dini mozaiği iyi analiz etmek ve bu mozaik içinde, kendi tarihsel kimliğine uygun bir strateji belirlemektir. Bunu yaparken etnik, dini ve kültürel değerlerin dünya siyasetinde her geçen gün daha fazla önem kazandığını, dünyanın giderek daha artan bir biçimde medeniyetler arasındaki ilişkilerle tanımlanacağını da hatırlamak gerekmektedir. Dahası, Balkanlar, etnisite, din ve kültür gibi kavramların en etkili olduğu bölgelerin başında gelmektedir. Bir başka deyişle, Soğuk Savaş sonrası dünyada, Türkiye Balkanlar'a bakarken kendi tarihsel ve kültürel kimliğini ön plana çıkarmalı ve bu kimliğe uygun bir strateji belirlemelidir.
Görüldüğü gibi tüm Balkanlar'da, aslında etnik olarak "Türk" olmamalarına karşın, kendilerini "Türk" olarak gören ya da görmeye eğilimli büyük bir Müslüman nüfus vardır. Bu "fahri soydaşlarımız"ı bize bu denli bağlayan unsur ise Türk-İslam ahlakı ve Osmanlı mirasıdır.
Balkanlar'da kalıcı barışın inşa edilmesinin yolu Türk-İslam kültürünün devlet anlayışından geçmektedir. Bugün her türlü teknik, teknolojik ve askeri imkana sahip olan Batı, bölgeye sadece askeri güç yığınağı yapmakla yetinmekte, ancak bölge halklarının güvende hissedebileceği asayiş ve düzeni sağlayamamaktadır. Aksine yapılan dış müdahaleler bölgede yaşananları daha da karmaşık hale getirmekte, zulmün hızını ve şiddetini artırmaktadır.
İşte bu nedenle Türkiye, Osmanlı kimliğine ve tarihine sahip çıkmakla yükümlüdür. Üstelik bu durum Türkiye için büyük bir stratejik avantaj da oluşturmaktadır. "Osmanlı" kavramı Türkiye'nin etkisini sınırlarının çok ötesine taşıyan büyük bir vizyonun adıdır. Bu Balkanlar'da olduğu gibi Ortadoğu'da da böyledir.

23 Nisan 2007 Pazartesi

Kayıp(edilen) Kimlik POMAKLAR

Pomaklar en genel tanımıyla ‘pomakça’ konuşan, slav kökenli Balkanların beş ülkesine(Bulgaristan-Yunanistan-Türkiye-Makedonya-Arnavutluk) yayılmış müslüman bir azınlıktır.
Balkan tarihinin karışıklığınında mirası olarak Pomaklar’ın kesin ve uzlaşılan bir köken tespiti her ne kadar yapılamamışsa da (slav kökenli olmaları konusunda bir fikir birliği mevcuttur), tarih kitapları arasında geçen ve gözden kaçırılan bir gerçeklik vardır. Bu da yıllardır söylenen (Türk resmi söylemi) Pomaklar’ın Peçenek-Uz-Kuman Türklerinin devamı olduğunu boşa çıkarmaktadır .Bu da daha Balkanlara Türk göçü (10.asırdaki) yaşanmadan önceki büyük Slav göçüdür. Bu göçler esnasında balkanlara Bulgar kavimleriyle birlikte ve akraba olan bir başka kavim Ekslavonlar yerleşmiştir ve yerleştikleri bölge yıllar sonra Pomaklar adıyla çıkan gurubun anavatanı sayılan Rodoplar bölgesidir. Ekslavonlar incelendiğinde günümüzdeki Pomaklarla dil,kültür,fiziksel özellik bakımından tıpatıp aynıdırlar. Ekslavonların adının hiç geçmemesinin sebebi balkanlara geldikleri gibi Bizansa karşı savaş yürütmüş olmalarından kaynaklanıyor.Daha sonraki süreçlerde dinsel olarakta ortodosk hıristiyanlardan uzak bir inanış içerisine (bogomolizm) girmiş olmalarından kaynaklı kendi soydaşlarınca bile düşman ve yok edilmesi gereken bir kavim olarak görülmüştür.Bunların sonucunda da tarih kitaplarına hiç geçirilmemiş adeta yok sayılarak yok edilmek istenmistir.Taki Osmanlının bölgeye gelmesine kadar bu süreç böyle geçmiştir. Bu süreç içerisinde Bulgarlaşma sürecine girilmiştir. Fakat eksik kalmaktadır ve bu süreç krize girdiğinde Osmanlının balkanlara gelmesiyle daha da derinleşerek kırılma noktası oluşmuş oldu.
Ana kütle olarak Ekslavon kavmi olmak üzere bir Pomak grubu ortaya çıkmaya başladı. Böylesi süreçler kartopu gibidir. Küçük bir çekirdek yuvarlandıkça büyür gayrı memnunları da yanına çeker., Gayrımemnuniyet eskiden gelebileceği gibi bazıları için çok sonralarıda ortaya çıkar. Osmanlı döneminde islamlaşmanın avantajları Bulgarlık açısından yeni bir gayrımemnuniyet zeminidir. Hazırda zaten yeni ismiyle bir Pomak(Ekslavon kavmi) oluşumu vardır ve bu yeni gayrımemnuniyetsiz kesimi de içerisine çekerek büyür.Özellikle Lofça yöresi Pomakları buna en gözel örnektir kanımca. Çünkü yaşayışları ve dilleri farklı, hayvancı olmaktan çok tarımcıdırlar. Kuzey Bulgaristandaki köyleri dere yataklarındaki verimli arazilerde çok önceden beri tarım yapıyorlardı. Bundan dolayı hayvancı Rodop halkından farklıdırlar.İşte bu kartopu gibi yuvarlanış, büyüme ve balkanlardaki bütün gayrımemnuniyetsizlerin bir Pomak kütlesi etrafında birleşmesi günümüzde yapılan köken tartışmalarını da çıkmaza sokmaktadır.Nedeni ise her kesimin(Bulgar-Türk ve Yunan) pomakların içine baktığında kendine dayanak çıkartacak malzemeler bulabilmesidir. Bir de buna devletler arası politik entrikalarının da girmesiyle daha da karmaşık hal almıştır. Bir Bulgar yazarı rahatlıkla Pomaklar içinde eriyen müslüman Bulgarlardan yola çıkarak tüm Pomak kütlesine Bulgar damgası vurmaktan rahatsızlık duymaz. Yine Yunanlılar, Pomakların içinde erimiş olma ihtimali yüksek olan eski trakların varlığından yola çıkarak Yunan kökenli sayabilmektedir ve Türk tarihçileri ilk önce bulgarlaşan fakat Osmanlının gelmesiyle bundan sıyrılıp Pomak kütlesine katılan Peçenek-Kuman-Uz kütlesine dayanarak PomakTürkleri diyebilmektedir. Bu kısa girişten sonra günümüzde neler dendiğine bir göz atmak gerekiyor ,ama yukarıdaki yaptığım kısa açıklama doğrultusunda yorumlayarak...
Şimdi Pomaklar kimdir sorusuna çeşitli kaynakların verdiği cevaplara bir göz atmak gerekirse:
1-İngiliz Balkan azınlıklar uzmanı Hugh Poulton:Bulgar Müslümanlarının dini bir azınlık olduğunu,ana dil olarak Bulgarcayı konuşan, fakat islami geleneklere bağlı Slavik Bulgarlar olduklarını yazmaktadır.
2-F.Kanitz;’’Pomak’’sözcüğünün Slavca ‘’pomoçi’’(yardım etmek)fiilinin ‘’pomagaçi’’(yardımcı) biçiminden geldiğini ve Pomaklar’ın Osmanlı akıncı beylerine yerel savaşlarda ve fütühatlarında devamlı olarak ‘’yardımcı’’lık yaptıkları için bu adı aldıklarını ileri sürüyor. Pomagaçi, Balkan lehçesinde ‘’pomağa’’,daha sonra ‘’Pomak’’ şeklini almıştır.
3-Ischirkoff ve F. Bayraktareviç: Pomaklar’ın yoğun yaşadığı Rodoplar’da halkın,kendisini Achiryani veya Agaryani diye adlandırdıklarını yazıyor.(Türkiyede de Trakya bölgesinde Agren Pomak ları adıyla anılan bir pomak kesimi mevcut). Bu sözcüklerin Bulgarca’da hiçbir anlamı yok. Ama Milattan üç-dört yüzyıl önce eski Yunanistan’da yaşayan bir etnik grup;’’Grek Agriyani’’ olabilir. Pomakça’daki sözcüklerin yalnızca yüzde 5’i Yunanca’yı içeriyor.
4-Bulgar edebiyatında önemli bir yeri olan Veda Slavena adlı aserlerdeki öykülerin birçoğu, Rodoplar havzasında geçiyor ve Pomaklar’ın eski Trak kavimlerinden geldikleri,inançları,gelenekleri anlatılıyor. Trakya’ya adını veren Traklar, MÖ 2000-3000 yıllarında bu bölgede kabileler halinde yaşıyorlardı.
5-Genel Türk resmi tarhihçileri ve milliyetçi görüşler pomaklar’ın XI . ve XII . yüzyılda Ukrayna ve Romanya üzerinden Balkanlara inen Kuman ve Peçenek Türkleri’nin soyundan günümüze uzanan bir geçmişi olduğu savunulur. Günümüzdede yazılarında ‘’Pomak Türkleri’’ adlandırması kullanılır.
Görüleceği üzere çok karmaşık bir hal alan Pomaklar’ın köken tartışmaları uzun sürecek bir konudur.Burda asıl dikkat edilmesi gereken tek bir konu vardır aslında Pomaklar’ın binlerce yıl önceki kökenlerini araştırılırken günümüzde Pomak’lık ve de Pomakça dili bu tartışmalar çerçevesinde kaybolmakta ve hatta bilinçli olarak kaybedilmeye çalışılmaktadır. Elbetteki bu türlü çabalar sonuç almayacağı gün gibi ortadadır, günümüzde Pomaklar diye bir grup vede Pomakça diye konuşan birileri var mı buna bakmak bunu esas almak gerekir. Dil ve yaşadığı coğrafya bakıldığında vede fiziksel özelliklerden tutun da gelenek göreneklerin çoğunluğu slavik özellikler taşıdığı görülecektir.
Bu çerçevede şu tür yaklaşımlarda mevcuttur: ‘’Pomaklar slav asıllıdır" iddiasını kabul etmeden önce çok daha fazla bilgiye ve kanıta ihtiyacımız var ‘’deyimi tamamen ters.
İşin gerçeği şu(Türkiye de) bazı Pan-Türkist milliyetçi yazarların iddiaları bir yana; bölgedeki ülkelerin tamamı ve Türkiyedeki akademik kaynaklar başta olmak üzere dünyanın bütün ileri gelen akademik kaynakları Pomakların Slav asıllı müslümanlaşmış bir grup olduğunu peşinen kabul ettiği halde,süreç tam tersine ilerliyor. Pomakların slav asıllı,balkanlı bir topluluk olduğuna ilişkin deliller süratle ortadan kayboluyor,kaybediliyor.

Ibrahim Kenar